Bu çalışma, standart seçmen davranışı çözümlemelerinde kullanılan akıl yürütme ve argümanları kullanmayıp (bu nedenle, belirli bir düşünce alışkanlığına sahip,  “siyaset” hakkında bilgi ve/veya görüş sahibi olanların çoğunluğunun itiraz edebileceği bir yapıya sahip olup), davranışsal iktisadı merkeze almaktadır;  davranışsal iktisadın yöntem ve kavramlarından yararlanarak seçmen davranışını etkileyen bireysel karar verme süreçlerine odaklanmaktadır.

Peki davranışsal iktisat nedir? Davranışsal iktisat, esas olarak, iktisattaki rasyonel davranış modellerinin insan varsayımına alternatif bir insan varsayımında bulunur. Rasyonel davranış modellerinin insanı “homo æconomicus”dur. Ayrıntılarına girmeden genel bir tanımlama yaparsak homo æconomicus, her bir bilgiyi en iyi şekilde değerlendiren mükemmel bir analiz kabiliyetine sahip, sürekli kendi çıkarı peşinde koşan (kendi faydasını maksimize eden), tutarlı, toplumsal ilişkilerden soyutlanmış bireydir.  Davranışsal iktisat bu varsayımın hatalı olduğunu iddia eder. İnsanların karar vermelerinde etkili olan bazı psikolojik eğilimlere ve bilişsel sınırlılıklara sahip olduğunu söyler. Bu eğilim ve sınırlılıkların homo æconomicus varsayımını geçersiz kıldığını savunur.

Yukarıda genel tanımı verilen davranışsal iktisattan yararlanılmasının iki temel sebebi var. Birincisi, davranışsal iktisat çalışmalarının karar verme süreçlerimize dair oldukça önemli sonuçlar ortaya koyması ve bu sonuçların seçmen davranışı değerlendirilmesinde de kullanışlı olmasıdır. İkincisi, diğer teoriler genellikle insanı normatif değerlendirerek çıkarımlarda bulunurken davranışsal iktisat insanı tanımlayıcı (deskriptif) olarak ele alır. Yani diğerleri “insan nasıl davranmalı” üzerinden ilerlerken davranışsal iktisat “insan nasıl davranıyor” üzerinden ilerler, statik normatif tanımlamalara hapsolmaz. Bu anlamda, normatif değerlendirmelerin (kullanılan kavram ve bakış açılarının belirli bir amaçla sabitlenmesinden kaynaklanan) olası eksik ya da hatalı çıkarımlarından daha makul ve daha anlamlı çıkarımlarda bulunur.

Şunu belirtmek gerek; burada davranışsal iktisadın bütün kavramlarından ve davranışsal iktisatla ilgili bütün çalışmalardan değil, seçmen davranışını anlamada da yardımcı olabileceği düşünülen bazı kavram ve çalışmalarından yararlanıp bunlara bağlı öneriler sunulacaktır. Seçmen davranışı üzerine olduğu için sosyal psikolojiden de, elbette, yararlanılacaktır.

Çalışma iki kısıma ayrılarak sunulmaktadır. Birinci kısımda, yani bu metinde, davranışsal iktisadın seçmen davranışını anlamada yardımcı olabilecek bazı kavram ve çalışmaları ele alınacaktır. İkinci kısımda, yani bir sonraki metinde kavram ve çalışmaların uygulamada nasıl kullanılabileceği ele alınacaktır.

Kısa açıklamadan sonra, bu kısımın konusu olan kavram ve çalışmalara geçebiliriz.

1) H. SIMON: SINIRLI RASYONALİTE

H. Simon iki rasyonalite tanımlaması yapar: tözel rasyonalite ve prosedürel rasyonalite. Tözel rasyonaliteyi optimal davranış olarak, “veri hedeflerin uygun bir şekilde başarılması” olarak tanımlar; prosedürel rasyonaliteyi ise, insanın sınırsız bir hesaplama gücüne ve tam bilgiye sahip olmaması nedeniyle optimale ulaşamayacağı kabulünden hareketle, insanın optimale ulaşması değil, eylem seçimi sürecinde prosedürleri uygun bir şekilde müzakere etmesi olarak tanımlar (Simon, 1978: 8-10; 1986: 210-2).

Prosedürel rasyonalitede insanın bilişsel sınırları vurgulanır: insan optimaliteyi/maksimizasyonu sağlayacak bilgi kapasitesine ve hesaplama kabiliyetine sahip değildir. Bilgi kapasitesi sadece seçimlerin sonuçlarını etkileyecek çevresel değişkenlerin, şimdinin ve geleceğin eksik ve belirsiz bilgilerinin toplamından oluşur. Diyelim ki insan optimaliteyi/maksimizasyonu sağlayacak bilgiye sahip olsun, yine optimal seçimde bulunamaz. Çünkü bu bilgiyi optimal seçime yol açacak biçimde işleyecek bir hesaplama kabiliyetine sahip değildir. Bir diğer ifadeyle insanın gerçek/nesnel çevresiyle algıladığı çevresi arasında, algı ve bilişsel kabiliyeti dolayısıyla oluşan bir fark vardır (Simon, 1959: 272; 1978: 8; 1986: 211).

Simon, “insanın algı ve bilişsel kapasitesi sınırlıdır çünkü zihin kıt bir kaynaktır” der. Yani zihin, bilişsel süreç içerisinde optimale ulaşmada yetersiz kalır. İnsanlar sınırlı bilgi ve hesaplama güçleriyle optimale ulaşmaya çalıştıklarında, prosedürleri, zihinsel sınırlarının sonucu olarak takip ederler. Bu nedenle prosedürel rasyonalitede en iyiye ulaşmak değil, insan sınırları içerisinden bakarak çözümleri iyi yapmak söz konusudur (Weirich, 2004: 386). Yani “insanlar sınırlı rasyonaliteye sahiptir” önermesi üzerinden analiz yapmak gerekir (Simon, 1993: 156).

2) D. KAHNEMAN – A. TVERSKY: KISA YOLLAR, YANLILIKLAR VE BEKLENTİ TEORİSİ

Kahneman ve Tversky, yaptıkları çalışmalarda, insanların karar verme süreçlerini etkileyen bazı psikolojik eğilimlere sahip olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu eğilimler insanların tutarlı seçimler yapmasını engelleyebilirler. Bunların seçmen davranışı açısından önemli olduğunu düşündüklerim bulunabilirlik, çerçeveleme etkisi, referans noktası ve beklenti teorisidir. Bunlar bağlama uygun olarak kısaca şu şekilde açıklanabilir:

Bulunabilirlik:

Çevremizde ya da birebir karşılaştığımız durumlar kararlarımızı etkileyebilir. Kendi yaşadıklarımızı daha çok ciddiye alır, daha çok önemseriz. Şunu düşünün: İki durum var. Birinci durumda yanan bir ev gördünüz, ikinci durumda ise ev yangınına ilişkin bir gazete haberi okudunuz. Ev yangınının öznel olasılığını değerlendirirken hangisinin etkisi daha fazla olur? Elbette ki yangını görmenin etkisi yangına dair bir haber okumanın etkisinden daha fazladır. Bu durumda örneğin ev sigortası yaptırmanıza, ev yangınını görmenin etkisi gazete haberinden daha fazla olacaktır (Tversky ve Kahneman, 1974: 1127). Bununla birlikte, örneğin, yanan bir ev görmenin sizin kararınıza etkisi, zaman geçtikçe, hafızada gitgide daha az yer alacağı için azalacaktır. Bu nedenle, eğer olumsuz bir durumun kararınıza etkisinin azalmamasını istiyorsanız, söz konusu olumsuz durumla ilişkinizi sürekli kılmalısınız.

Çerçeveleme Etkisi:

Tversky ve Kahneman karar vericinin kavrayışını değiştirebilecek müdahalelerin karar üzerinde etkili olabileceğini söylerler. Bunu “karar çerçevesi” olarak adlandırırlar. Çerçeve, seçim probleminin sunumu ve yanı sıra karar vericinin normları, alışkanlıkları ve beklentilerince yönetilir. Bunların değişmesi karar çerçevesinin değişmesine, karar çerçevesinin değişmesi ise kararın değişmesine yol açar. Diğer bir ifadeyle bir problemin farklı şekilde çerçevelenmesi belirli bir duruma ilişkin farklı perspektiflerin/değerlendirmelerin ortaya çıkmasına sebep olur. Kısaca, problemin farklı ifade edilmesiyle yani farklı bir tasarımla ortaya konması sonucu tercihin değişmesine çerçeveleme etkisi denir (Tversky ve Kahneman 1981: 453; 1986: 257).

Çerçeveleme etkisi, sonucun çerçevelemesiyle ilgili olan “Asya Hastalığı” problemiyle daha iyi anlaşılabilir (N: Katılımcı sayısını, seçeneklerin altındaki köşeli parantez içerisindeki rakamlar ise her bir seçeneği seçen katılımcıların toplam katılımcı sayısına oranını verir):

Problem 1) (N: 152): ABD’nin 600 kişiyi öldürmesi beklenen sıra dışı bir Asya hastalığı salgınına hazırlandığını hayal edin. Hastalıkla mücadelede iki alternatif program önerilmekte. Programların sonuçlarının kesin bilimsel tahminlerinin şöyle olduğunu varsayın:

Program A benimsenirse 200 kişi kurtulacak [72]

Program B benimsenirse 1/3 olasılıkla 600 kişi kurtulacak, 2/3 olasılıkla ise kimse kurtulmayacak [28]

Bu iki programdan hangisini onaylarsınız?

(…)

Problem 2) (N: 155):

Program C benimsenirse 400 kişi ölecek [22]

Program D benimsenirse 1/3 olasılıkla kimse ölmeyecek, 2/3 olasılıkla ise hepsi ölecektir [78] (Tversky ve Kahneman 1981: 453; 1986: 260; Kahneman ve Tversky 1984: 343).

Aslında açıkça görüldüğü üzere A = C ve B = D dir. Ancak çoğunluk Problem 1’de A, Problem 2’de ise D tercih etmiştir. Bunun sebebi sonuçların çerçevelenmesidir.

Problem 1’de sonuçlar olumlu (yaşam kurtarılması/kazanç) olarak çerçevelenmiştir. Bu sebeple kesin olan tercih edilmiştir (riskten kaçınılmıştır). Problem 2’de ise sonuçlar olumsuz (yaşam kaybı/kayıp) olarak çerçevelenmiştir. Bu sebeple risk peşinde koşulmuştur. Yani aralarında tercih yapılacak seçeneklerin farklı sunulması farklı sonuçlara yol açmıştır.   

Referans Noktası:

Referans noktası sahip olunan mevcut varlık olarak değerlendirilebilir, bu durumda kazanç ve kayıplar ise mevcut varlık durumunda alınan ya da verilen miktarlar olur. Referans noktasının neresi olacağı ise önerilen beklentilerin formülasyonu ve karar vericinin beklentilerinden etkilenebilir (Kahneman ve Tversky, 1979: 274). Dolayısıyla, insanlar, beklenti noktasının değişmesine bağlı olarak farklı değerlendirmede bulunabilir.

Beklenti Teorisi:

1. Kayıplar kazançtan daha önemlidir: Kayıplara karşı tepkiler, onlara denk düşen kazançlara karşı tepkiden daha güçlüdür. İnsanlar “kayıptan kaçınırlar”.

– Kişi pozitif alandaysa, yani kazanç söz konusu ise, riskten kaçınır (daha düşük kesin kazancı, olası daha yüksek kazanca tercih eder).

– Kişi negatif alandaysa, yani kayıp söz konusu ise, risk peşinde koşar (olası daha yüksek kaybı, kesin daha düşük kayba tercih eder).

2. Referans noktası değer verme sürecini, algılamayı etkilemesi sebebiyle etkiler.

3. Çerçeveleme etkisi kişinin değer verme sürecini, kayıp ve kazanç değerlendirmesini etkilemesi sebebiyle etkiler (Kahneman ve Tversky, 1979: 277-9).

3) KURAN VE SUNSTEIN: BULUNABİLİRLİK ÇAĞLAYANI

Kuran ve Sunstein (1999) çalışmalarında Kahneman ve Tversky’nin kısa yollar ve yanlılıklar ile beklenti teorisine dair çalışmalarından hareketle “bulunabilirlik çağlayanı”[1] kavramını ortaya atarlar. Çalışmalarında öncelikle bulunabilirliğin çerçeveleme ve referans noktasını etkilediğini, bu nedenle bu ikisinden daha önemli olduğunu iddia ederler. Örneğin; kamusal söylem, hayal edilen çevresel saflığa bağlı olarak her türlü kirliliği bir kayıp olarak kodlarsa bu hayal edilen çevresel saflık referans noktası olur ve bu kodlamanın kolay bulunabilirliği, kişilerin kirlilik muhakemelerini nasıl çerçevelediğini de etkiler (Kuran ve Sunstein, 1999: 711-712). Yani herhangi bir konudaki savın bulunabilir olması sonucunda, söz konusu sav ilgili konunun referans noktasını ve kişilerin ilgili konuya dair muhakemelerini belirler. Bu nedenle bulunabilir olmak, karar vermeyi etkileyen diğer iki unsurdan –referans noktası ve çerçeveleme etkisi-, bu unsurları etkileyebilmesi sebebiyle daha önemlidir.

Daha sonra bulunabilir çağlayanını şöyle açıklarlar:

Risk muhakemeleri ve tercihler sirküler sosyal süreçlerce biçimlenir. Tanımlanabilir sosyal mekanizmalar enformasyonun bulunabilirliğini kontrol eder ve bulunabilirlik kısa yolu aracılığıyla bu bulunabilirlik bir yandan çeşitli risklerin önemine dair muhakemeleri öte yandan bu risklerin kabul edilebilirliğini biçimlendirir. Eş anlı olarak, ardıl bireysel eylemler ve ifadeler enformasyonun bulunabilirliğini etkiler. Böylece sosyal neticeler ve bireysel bilişsel süreçler arasında karşılıklı etkileşimler meydana gelir. Bu karşılıklı etkileşimler bulunabilirlik çağlayanı biçimini alır, birey bulunabilirlik kısa yolunu kullandıkça belirli bir yoruma veya sonuca dikkat çeken verilerin kamusal bulunabilirliği artar ve bulunabilirlikteki artış bireysel tepkilerin kuvvetlenmesine neden olur (Kuran ve Sunstein, 1999: 712).

Anlaşılabileceği üzere kamusal bulunabilirliğin görünürlük seviyesinin yüksek olması önemlidir. Kamusal bir değişkenin dönüşümü, görünür olmasına bağlı olarak bireysel düşünceler ve eğilimleri doğrudan etkiler; eğer içme suyunun temiz olduğunu destekleyen bir gazete haberi yapılırsa binlerce okur bir anda kendini güvende hisseder. Buna karşın özel değişkenlerin etkisi sınırlıdır; içme suyunun kirli olduğuna dair bir endişe varken bu endişenin gereksiz olduğuna dair bilimsel raporlar yazılırsa, bu bilginin, endişe duyan insanların bulabildiği enformasyon üzerinde hiçbir etkisi olmayacaktır; görünürlük seviyesi yüksek değildir. Endişe duyan insanların algısını etkileyecek olan şey, kamusal olarak söylenenlerdir (Kuran ve Sunstein, 1999: 716). İçme suyu örneği üzerinden devam ederek şunu söyleyebiliriz: içme suyunun temiz ya da kirli olduğuna yönelik algının oluşmasında, bilimsel dayanağı olmayan bir enformasyonu görünür kılmak (örneğin bu enformasyonun ulusal kanal ve/veya gazetelerde haber olması) bilimsel dayanaktan daha belirleyicidir. Hatta bilimsel dayanak görünür enformasyonla çeliştiğinde görünür enformasyona inancın devam etmesi olasılığı yüksektir.

Kuran ve Sunstein, yukarıda kısaca açıklanan bulunabilirlik çağlayanını iki bileşene ayırırlar: enformasyonel bileşen ve itibari bileşen. Enformasyonel bileşen, insanların inançlarındaki önemli değişiklikler olarak işler. Örneğin eğer A, B ve C bireyi su kanalının hastalık yaydığına ikna olmuşsa, D bireyi bu iddiaya, arkadaşlarının hepsinin hatalı olamayacağını düşünerek, üzerine pek düşünmeden inanabilir; birçok kişinin bu iddianın doğru olduğunu düşünmesini, bu konu hakkında güvenilir kişisel enformasyonunun olmamasını telafi edici olarak değerlendirerek bu iddiaya inanabilir. İtibari bileşen ise sosyal onaylanma sağlama ve eleştirilmekten kaçmak ile işler. Eğer A ve B bireyi su kanalının çok kirlendiğini düşünüyorsa C bireyi, bu iddiaya inanmamasına rağmen, duyarsızlık veya aptallıkla suçlanmamak için kendi çekincelerini açıklamaktan imtina edebilir ve panik yaratan pozisyonu destekleyebilir. Bu örnekte su kanalının tehlikeli olduğuna dair enformasyonun bulunabilirliği, algılanan sosyal baskılarca motive edilen yanlış açıklamalarla artar (Kuran ve Sunstein, 1999: 714).

4) R. H. THALER: DONANIM/MÜLKİYET ETKİSİ VE BATIK MALİYET ETKİSİ

Thaler, aslında Beklenti Teorisi’nin sonuçları üzerinden ilerleyip iktisat dilini kullanarak pozitif bir tüketici seçimi teorisi ortaya koyar. Bu teori, tüketici seçimini “nasıl vermeli” ile değil “nasıl veriyor” ile ilgilenir. Davranışsal iktisada birçok katkısı vardır. Bu katkılar arasında seçmen davranışı açısından önemli olduğunu düşündüklerim donanım/mülkiyet etkisi ve batık maliyet etkisidir. Bunlar bağlama uygun olarak kısaca şu şekilde açıklanabilir.

Donanım/Mülkiyet Etkisi:

“Donanım/mülkiyet etkisi”, kısaca, cepten yapılan harcamanın kayıp, fırsat maliyetin ise beklenen kazanç olarak görülmesi durumunda, cepten yapılan harcamanın fazla ağırlıklandırılmasıdır. Bir diğer ifadeyle insanlar elindeki varlıkların değerini, elinde olmayan varlığa göre daha fazla ağırlıklandırır (Thaler, 1980: 44); insanlar sahip oldukları belli miktar varlığı kaybetmeyi,  eşdeğer bir varlık kazanmaktan daha çok önemserler.

Batık Maliyet Etkisi[2]:   

İktisat teorisi, kararları sadece artan maliyet ve faydaların etkilemesi gerektiğini söyler. Geçmişe ait maliyetler konu dışı olmalıdır. Peki (iktisatçı olmayan) tüketiciler batık maliyeti gündelik hayatlarında her zaman yok sayarlar mı? (…) ceteris paribus, bir malın ya da hizmetin kullanım hakkı için yapılan ödemenin, malın yararlanılacağı oranı artıracağını varsayan alternatif bir hipotez öneriyorum (Thaler, 1980: 47).

Yani eğer bir mal ya da hizmet için bir ödeme yapılmışsa, bu ödeme o mal ya da hizmetin tüketiminden elde edilecek fayda üzerinde artırıcı bir etki yapar ve bunun sonucunda, o mal ya da hizmeti tüketmenin etkisi olumsuz olsa dahi o mal ya da hizmetin tüketimi devam edebilir. Buna batık maliyet etkisi denir. Thaler’in verdiği örneklerden biri şudur:

Kişi tenis kulübüne üye olur ve yıllık üyelik ücreti olan 300$’ı öder. İki haftalık oyunun sonrasında tenisçi dirseği oluşur. Kişi (acı ile) oynamaya devam eder ve ‘300$’ı israf etmek istemem’ der (Thaler, 1980: 47).

Karar şimdiye dairdir bu nedenle şimdinin maliyet ve faydası (haz ve elemi) ile ilgili olmalıyken böyle olmaz. Geçmişte ödediği maliyetler (geçmişin elemi) de hesaba katılır. Bunun sonucunda kişi, acı çekmesine rağmen yıllık ödemesini (batık maliyetini) düşünerek kulübe gitmeye devam eder.

5) K. E. STANOVICH – R. F. WEST: İKİ SİSTEM

Stanovich ve West (2000) çalışmalarında insanların akıl yürütürken iki sistem kullandıklarını söyler.[3] Kısaca, Sistem 1 otomatik, büyük oranda bilinçsiz, basit hesaplama kapasitesi ile nitelendirilirken Sistem 2 analitik zekâ süreçleri ile nitelendirilir (Stanovich ve West, 2000: 658).

Sistem 1’in yaptıkları tipik olarak hızlı, otomatik, çaba gerektirmeyen, çağrışımlı ve genel olarak duygu yüklü iken Sistem 2 daha yavaş, çaba gerektiren, daha bilinçli ve kontrol edilenlerle ilgilidir; Sistem 1 alışkanlıklarca yönetilen ve dolayısıyla kontrol etmenin ya da değiştirmenin zor olduğu düşünme biçimi iken Sistem 2 görece esnektir ve potansiyel olarak kural ile yönetilir (Kahneman, 2003: 698).

Örneğin panoda büyük harflerle yazılı cümleyi okumak Sistem 1’in görevi iken bir makalede kaç bağlaç kullanıldığını saymak Sistem 2’nin görevidir. Ya da “Ali ata baktı” cümlesini anlamak Sistem 1’in görevi iken “Dedesi Nazi komutanı olan Matthias, ‘keşke Nazi komutanlarının hiçbiri doğmamış olsaydı’ cümlesini kurarken varoluşsal bir ikilemle yüz yüze geldi” cümlesini anlamak Sistem 2’nin görevidir. Thaler ve Sunstein (2008: 20), seçmen davranışlarının otomatik sisteme –Sistem 1- dayandığını[4], karmaşık argüman ve istatistik gösterimleriyle oy toplamaya çalışan adayın sorun yaşayabileceğini belirtirler.   

6) S. E. ASCH: ASCH DENEYİ

Asch deneyi sosyal psikolojinin en bilinen deneylerinden biridir. Asch, kişinin tek başına olmasının ve gruba dâhil olmasının kararı üzerindeki etkisini analiz eder. Farklı versiyonları olmakla birlikte, deneyin basit formu kısaca şöyledir:

Katılımcılara iki beyaz kart gösteriliyor. Birinin üzerinde dikey siyah tek bir çizgi, diğerinin üzerinde ise boyutları farklı üç siyah çizgi var. Katılımcılardan, birinci karttaki tek siyah çizginin, ikinci karttaki farklı çizgilerden hangisi ile aynı uzunlukta olduğunu belirlemesi isteniyor. Bu eşleşme farklı kartlarla tekrarlanıyor. Birinci ve ikinci eşleşmede oy birliği gerçekleşiyor, sonraki eşleşmelerde ise oy birliği gerçekleşmiyor. Esas katılımcının (bir katılımcı var, katılımcı olarak orada bulunanların geri kalanı Asch’in talimatlarını uyguluyor) seçtiği çizgi Asch’in talimatlarını uygulayanların oy birliği ile seçtiği çizgiden farklı oluyor. Bu farklılık devam ediyor ve katılımcı kendi algılarının kanıtı ile grubun görüşü arasında kalıyor ve katılımcıların belli bir oranı deney ilerledikçe grubun seçtiği (kendi algılarının yanlış dediği) çizgiyi seçmeye başlıyor. Bu deney farklı şekillerde de yapılıyor. Sonuçta katılımcı tek kişinin seçimi ile uyuşmazlık yaşadığında tesir altında kalma yoğunluğu çok düşük, iki kişinin ortak seçimi ile uyuşmazlık yaşadığında yanlış olan ortak seçimi seçen katılımcı sayısı %13.6, üç kişinin ortak seçimi ile uyuşmazlık yaşadığında ise bu oran %31.8 oluyor (Asch, 1955: 32-34).   

Asch deneyi, kişilerin grup kararına -yanlış olduğunu bilse bile- bağlı kalabileceğini gösterir. Sosyal baskı, kişinin kendi seçimini –herhangi mantıklı bir dayanak olmaksızın- değiştirmesine sebep olabilir.     

7) POLİTİKA YAPICILARIN DİKKATE ALMASI GEREKEN BİR ÖGE: FARKLILIK

Farklılık, sosyal ve politik katmanları olan bir terimdir; basitçe, insanların belirli kararlar verirken farklı yaklaşımda, muhakemede bulunmasıdır (Huettel, 2014: 125). Farklılık sosyal gruplar için belirleyici bir özelliktir. Grubun ne kadar homojen ya da heterojen –ayrıştırıcı ya da kapsayıcı- olduğunu/olabileceğini belirler. (Bazı gruplar için homojen –ayrıştırıcı- olmak belirleyici iken [örneğin, aşırı ırkçı gruplar] bazı gruplar için heterojen –kapsayıcı- olmak belirleyicidir [örneğin, insan hakları ile ilgili gruplar]. Farklılık ile kapsayıcılık arasında pozitif bir korelasyon vardır, grup içerisinde farklılık arttıkça grubun kapsayıcılığı artar. Farklılığın artmasından kasıt niceliksel ve niteliksel artıştır. Yani farklı olanların sadece bulunması yetmez, grup kararlarında belli oranda –gerekirse grubun temel sınırlarını esnetebilecek- belirleyici bir güce de sahip olmaları gerekir ve bu güç grubu yeniden biçimlendirmek, grubun ruhuna aykırı hareket etmek değil grubu geliştirmek ve genişletmek olarak değerlendirilmelidir. (Grubun ruhuna karşı olsalar zaten grupta bulunmazlar.)

Herhangi bir siyasi partinin başarısının, kabaca, aldığı oy oranı ile ölçüldüğünü kabul edersek, siyasi partinin kapsayıcı bir grup olması gerekir. Yani grup kararlarında, farklı olanlar da söz hakkına sahip olmalıdır. Neden böyle olması gerektiği, grup karar verme süreçlerine dair Huettel’ın (2014: 126-129) çalışmasında belirtilen sonuçlar ile açıklanabilir:

  • Sadece yüksek beceri kabiliyetine sahip kişilerin oluşturduğu gruplar, genellikle, yüksek ve düşük beceri kabiliyetine sahip olanların oluşturduğu gruplardan daha kötü kararlar verirler. Çünkü farklılaşmış gruplar karar verirken farklı yollar deneyen kişilerden yararlanır ve bu etkinliği artırır.
  • Kişilik özellikleri farklı olan üyelere sahip gruplar, benzer kişilik özelliklerine sahip üyelerden oluşan gruplardan daha başarılı kararlar veririler.
  • Kararlarımızın çoğunda enformasyon toplama fırsatına sahip oluruz ancak bu enformasyonu küçümseme eğilimindeyizdir.
  • İnsanlar kendi muhakemesini bir başkasının muhakemesinden çok daha kesin görürler. Diğer insanların sunduğu enformasyonu, onlar (diğer insanlar) muhakemelerinde ve verdikleri kararlarda başarılı olsalar dahi kullanmama eğilimindedirler.
  • İnsanlar örnek sayısıyla ilgilenmezler. Daha az güvenilir birçok kişiden gelen tavsiye yerine güvenilir bir kişiden gelen tavsiyeyi dinlerler. İnsanlar kanıtın niteliğine olması gerekenden fazla, kanıtın niceliğine ise olması gerekenden az değer verirler.
  • Gruplar farklı bakış açıları sunan farklı kişilerden oluşuyorsa tekil bireylerden daha etkin, aynı bakış açısına sahip kişilerden oluşuyor ise (aynı yanlılıklara sahip kişilerden oluştuğu için) tekil bireylerden daha az etkin karar verirler. 

8) İKİ ÖNEMLİ BİLGİ:

–    Plan yapmak (oy verme planı) ortak çalışmaya dayalı bir aktivitedir. Aileler ve ev arkadaşları kime oy verecekleri hakkında konuşmuşlardır. Yalnız yaşayanlarda ise seçim günü veya öncesinde bir yabancıyla iletişim kurmak karar vermede etkili olmaktadır. (http://nudges.org/tag/elections/)

– Doktor tavsiyesinin etkinliğine ilişkin yapılan bir çalışmadan şöyle bir sonuç alınmıştır: Doktorlar kalp hastalarına, eğer alışkanlıklarını değiştirmezlerse öleceklerini söylediğinde hastaların sadece 1/7’si bunu dikkate almıştır. Yani sonuç, ne kadar kötü olursa olsun, iyi bir motivasyon aracı olmayabilir. Bu çalışmanın seçmen davranışı açısından önemi, seçmenleri sonuçlarla motive etmek yerine sosyal nüfuz (social influence) ile motive etmenin daha etkili olabileceğini ortaya koymasıdır. (http://ksr.hkspublications.org/2017/09/18/how-democrats-can-win-in-2018-with-behavioral-science/)

KAYNAKLAR

Asch, S. (1955) Opinions and Social Pressure Scientific American, vol. 193, no. 5, ss.31-35.

Huettel S. (2014) Behavioral Economics: When Psychology and Economics Collide The Great Courses, USA.

Kahneman, D. (2003) A Perspective on Judgement and Choice Mapping Bounded Rationality, American Psychologist, vol. 58, no. 9, ss. 697-720.

Kahneman D. (2013) Thinking Fast and Slow, Farrar, Straus and Giroux, USA.

Kahneman D. and Tversky A. (1984) “Choices, Values, and Frames” American Pshychologist, vol.39, no.4, ss.341-350.

Kuran T. and Sunstein, C. S. (1999) “Availability Cascades and Risk Regulation” Stanford Law Review, vol. 51, ss.683-768.

Simon H. (1959) “Theories of Decision-Making in Economics and Behavioral Science” The American Economic Review, vol.49, no.3, ss.253-283.

Simon H. (1978) “Rationality and as Product of Thought” The American Economic Review, vol.68, no.2, ss.1-16.

Simon H. (1986) “Rationality in Psychology and Economics” The Journal of Business, vol.59, no.4, (Part.2, The Behavioral Foundations of Economic Theory), ss.209-224.

Simon H. (1993) “Alturism and Economics” The American Economic Review, vol.83, no.2, ss.156-161.

Stanovich, K. E. and West, R. (2000) Individual Differences in Reasoning Implications for the Rationality Debate? Behavioral and Brain Sciences, vol. 23, ss. 645-726.

Thaler, R. (1980). “Toward A Positive Theory of Consumer Choice”, Journal of Economic Behavior and Organization, vol. 1, no. 1, ss. 39-60.

Thaler, R. H. and Sunstein, C. D. (2008) Nudge: Improving Decisions About Health, Wealth and Happiness, Penguin Books, USA.

Tversky A. and Kahneman D. (1974) “Judgement Under Uncertainity: Heuristics and Biases” Science New Series, Vol.185, No.4157, ss.1124-1131.

Tversky A. and Kahneman D. (1981) “The Framing of Decisions and the Psychology of Choices” Science New Series, vol.211, no.4481, ss.453-458.

Tversky A. and Kahneman D. (1986) “Rational Choice and the Framing of Decisions The Journal of Business, vol.59, no.4, (Part.2, The Behavioral Foundations of Economic Theory) ss.251-278.

Weirich, P. (2004). “Economic Rationality” The Oxford Handbook of Rationality içinde, Ed. By. Alfred R. Mele and Piers Rawling, Oxford University Press, Oxford, ss. 380-398.

http://nudges.org/tag/elections/ (erişim tarihi: 25. 04. 2018)

http://ksr.hkspublications.org/2017/09/18/how-democrats-can-win-in-2018-with-behavioral-science/ (erişim tarihi: 25.04.2018)


[1] availability cascade

[2] Bu etki, “Better Call Saul” dizisi 2. Sezon 1. Bölüm 21.55 – 22. 12 dk. arasında güzel biçimde açıklanmaktadır.

[3] İki sistem daha sonra Kahneman (2003: 698-699; 2013: 20-23) ve Thaler ile Sunstein’ın (2008: 19-20) çalışmalarında da ele alınmış, davranışsal iktisat için çok kullanışlı bir teorik araç olmuştur. İki sisteme dair birçok çalışma vardır. Bu çalışma, diğer çalışmaların da derli toplu şekilde ele alınarak iki sistemi tablo halinde sunması bakımından önemlidir.

[4] Sistem 1’i “otomatik sistem” olarak adlandırırlar.